‘’Zaman
lazım, biraz daha zaman.’’ Diye düşündü
kendi kendine.
Zaman, zaman. Onun hiç bitmek bilmeyen çığlığıydı.an. Onun hiç bitmek bilmeyen çığlığıydı.
Bu
olağanüstü kitaplarla dolu dünyayı incelerken içi içine sığmıyor, sevinç ve
sıkıntı arasında bocalıyordu. Kitaplar onu bir çemberin içine sıkıştırmış gibi
ıstırap çekmekteydi.
İnsanın
bu kadar büyük bir bilgi potansiyeline sahip olabileceğini hiç düşünmemişti.
Ürktü. Kafası bu kadar bilgiyi alabilecek miydi?
Ama sonra bu kitapları yazanlarında kendisi gibi birer insan oldukları geldi aklına. Büyük bir aşkla, onların yaptıklarını bende yapabilirim diyerek ant içti.
Karşısında onu çağıran bir serüven, kalbiyle, kafasıyla ve
kollarıyla yapacağı şeyler vardı; karşısında fethedeceği bir dünya durmaktaydı.
O anda kalbine ve kafasına bir ateş düştü!
Fethetmek, elleri ellerinde olan, omuzuna yaslanmış bu zambak solgunu güzeli elde etmek…
Kafası karışmıştı, içindekileri tam olarak anlatamadığını
fark etti acıyla. Okuduğu satırlardaki aşkı, insanı kanatlandıran büyük
heyecanı hissetmiş ama ifade edememişti.
Düşündüklerini ifade edememiş karanlık bir gecede, bir gemi içinde kendisini çepeçevre sarıp kuşatan halatların arasında yolunu tayine çalışan bir denizciye benzetmişti kendini…
Yabancı denizlerde haritasını ve pusulasını kaybetmiş bir gemi gibiyim. Artık benimde yönümü tayin etme zamanım geldi.
Akşam eve döndüğünde aynanın karşısına geçip ‘’Kimsin sen Martin Eden? Neden buradasın? Nereye gitmek istiyorsun? Ait olduğun yer neresi?’’ diye sordu kendi kendine. Olay şu ki sen Lizzie Connolly gibi kızlara aitsin. İşçi sınıfına tüm o kaba ve görgüsüz ayak takımına aitsin. Sığırlara ve ağır işlere, pis kokular içindeki berbat muhitlere aitsin. Hayvanlardan ve Lizzie Connolly’lerden kendini koparmaya ve senden milyonlarca kilometre uzakta olan yıldızlarda yaşayan solgun ruhlu bir kızı sevmeye kalkışıyorsun…
Zirveye tırmanınca oranında büyük bir boşluk olduğunu
görecek, tırmandığı merdivenin basamakları bitince;
O dipsiz boşluğa düşecekti…
Spencer bütün kültür hazinesini Martin için düzenliyor, her şeyi belli bir bütünlüğe indirgiyor, nihai hakikatleri bütün ayrıntılarıyla işliyor ve denizcilerin yaptıktan sonra cam şişenin içine koydukları maket gemiler gibi somut bir dünyayı Martin’in gözlerinin önüne seriyordu.
Büyük bir dalga kayaya çarparak
gümbürtüyle patlamış fırtına bulutları gökyüzünü karartmıştı. Güvertenin
içindeki her şeyin bütün ayrıntılarıyla görülebileceği kadar yan yatmış bir uskuna,
dalga ve köpük hattının üstünde orsa izleyerek fırtınalı gün batımına doğru
ilerlemekteydi.
Onu kanatlandıran, içine çeken işte bu güzellikti…